Çocukluk Çağı Travmaları ve Yetişkinlik Üzerindeki Etkileri
Çocukluk çağı travmaları (ÇÇT), bireylerin 18 yaşından önce yaşadıkları ebeveynin kaybı, ebeveynden ayrı kalma, boşanma, göç, şiddete tanıklık etme, kazalar ve doğal afet yaşantılarının yanı sıra maruz kalınan cinsel, fiziksel, duygusal istismar ve ihmal olarak tanımlanabilir(Hermann,2011).
Çocukluk çağı travmaları genel anlamda istismar ve ihmal yaşantılarını içermektedir. Travmatik yaşantıların objektif ve sübjektif boyutları bulunmaktadır. Genellikle birey bu iki boyutun birleşimi ile yaşadığı travmatik durumlara tepki vermektedir. Literatürde çocuklara karşı yapılan duygusal, zihinsel, fiziksel ve toplumsal gelişimlerine engel olan davranışlar istismar; çocukların bakım, beslenme, eğitim ihtiyaçlarının karşılanmaması ihmal şeklinde tanımlanmaktadır (Demirkapı, 2013). Bebeklik ve çocukluk dönemlerinin, bireylerin kişilik gelişiminde belirleyici önemli unsurlardan olduğu düşünülmektedir. Sağlıksız bir ortamda büyümüş olan bireylerin yetişkinlik hayatında birçok olumsuz duyguya sahip olacağı söylenebilir. Genel anlamda çocukluk çağı travmaları bireylerin gelişimini; fiziksel, bilişsel, duygusal, sosyal ve davranışsal olarak etkilemektedir. Çocukluk çağında travmatik yaşantılara bireyler travmatik stres açısından yetişkinlere göre daha riskli gruplardadır. Bir başka ifadeyle travmatik olayların erken çocukluk döneminde yaşanması, bireylerin sağlıklı kişilik geliştirme süreci ve psikopatoloji geliştirmesinde önemli bir rol oynar ve kısa ve uzun vadede etkisini sürdürür.
Çocukluk Çağı Travma Türleri
Çocukluk çağı travmaları; fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal istismar ve ihmal yaşantıları olarak kategorize edilmektedir.
1. Fiziksel istismar; çocuğun veya genç ergenin anne-babası veya bakım veren yetişkin ya da yetişkinler tarafından bedensel olarak örselenip zarar görmesidir.
2. Cinsel İstismar; Cinsel gelişimini tamamlamamış bir çocuk veya ergenin, bir veya daha fazla yetişkin tarafından cinsel haz ve ihtiyaçlarını gidermek için güç kullanarak, çocuğun kandırılması veya tehdit yoluyla kullanılması cinsel istismar olarak literatürde yer almaktadır.
3. Duygusal istismar çocukluk ve ergenlik dönemindeki bireylerin olumsuz yönde etkilenmelerine sebep olan davranışlarla karşı karşıya gelmeleri ve aynı zamanda ihtiyaçları olan sevgi, alaka ve bakımdan mahrum kalmasına neden olan psikolojik yara almaları durumudur.
4. İhmal; Çocukluk çağında veya ergenlik döneminde meydana gelen ihmal; “çocuğun ihtiyaç duyduğu eğitim, beslenme, tıbbi ve psikolojik tedavi gibi ihtiyaçlarının giderilmemesi, güvenlikle ilgili meselelerinin dikkate alınmaması; duygusal olarak ihtiyaç duyduğu sevgi, şefkat, destek, sınır ve bağlanma ihtiyaçlarının ebeveyni ya da birlikte yaşadığı yetişkinler tarafından karşılanmaması” olarak tanımlanabilir. Fiziksel ihmal, çocuk için gerekli olan temel kaynakların karşılanmaması olarak sayılabilir. Duygusal ihmal ise çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgi ve ilgiden mahrum bırakılması duygularının göz ardı edilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Çocukluk Çağı Travmaları ve Yetişkinlik Dönemine Etkileri
Literatürdeki bulgular, çocukluk travması ile yaşamın farklı evrelerinde çocukluk çağı travmalarının psikolojik iyi oluş ve yaşam kalitesi arasında kesin bir ilişki olduğuna işaret etmektedir. Çocukluk döneminde geliştirilen savunma mekanizmaları ve başa çıkma stratejileri genellikle yetişkinlikte yaşamında da devam eder. Buna ayrıştırma eğilimi denir. Ayrıştırma eğilimi yetişkin yaşamı için daha uyumlu sosyal, bilişsel ve duygusal başa çıkma mekanizmalarının ve kendilik duygusunu gelişimini azaltabilir (Briere, 2002). Bu çocuklar yetişinlikte genellikle kaçınmacı başa çıkma stratejilerini kullanmaya devam ederler (van Loon ve Kralik, 2005). Örneğin, başkaları ile etkileşimden çekilmek, stresin varlığını reddetmek ve kişinin stresle ilgili düşünceleri ve duyguları ile ilgilenmemesi bu tür başa çıkmadır. Ancak kaçınmacı baş etme stratejileri sosyal desteği sağlama veya problem çözmek için etkisizdir (Mohr, Braun, Bridler, Chmetz, Delfino, Kluckner ve Stassen, 2014). Yapılan çalışmalarda çocukluk çağı cinsel istismarı ile kendini suçlama ve baş etme arasındaki ilişkiyi incelediklerinde, mağdurların yarısından fazlasının cinsel istismarın gerçekleştiği zaman kendilerini suçladıklarını ve büyük bir çoğunluğu bugüne kadar hala kendisini suçladığını belirlenmiştir. Cinsel tacizi takip eden en yaygın başa çıkma stratejisi deneyimden sakınmak ya da unutmaya çalışmaktır. Bu bilgiye ek olarak, mağdurların neredeyse yarısı kendilerini sosyal hayattan çektiği bilinmektedir. Çocukluk çağı örselenme mağdurlarının istismar deneyimleriyle başa çıkabilmek için bilişsel (bilişsel yeniden değerlendirme, yeniden anlama, küçültme, hafıza baskılama, dikkat dağıtıcılık) ve davranışsal (kaçınmak, bağımlılık davranışları) çabaları da dahil olmak üzere çok çeşitli baş etme stratejileri kullandıklarını gösterilmiştir. Uzamış ve ciddi travma genellikle yaşamın erken dönemlerinde ortaya çıkmakta, duyguları düzenlemede zorlanmaya, bazı kişilerde sosyal ilişkilerin bozulmasına neden olmaktadır. Psikiyatrik rahatsızlıkların bir sonucu olarak uyumlu olmayan kişilik , dürtüsel davranışlara, alkol madde kötüye kullanımına ve diğer faktörler sonucu yeni travmatik yaşantılara da sebep olabilmektedir. Bebeklik döneminden ergenliğe dek uzun süre istismara uğramış çocukların, kısa süreli istismara uğrayanlara göre daha derin bir şekilde zarar görmeleri beklenmektedir. Major depresif bozukluk, intihar davranışı, travma sonrası stres bozukluğu, disosiyatif kimlik bozukluğu ve madde kötüye kullanımı gibi ruhsal hastalıkların gelişebilmektedir. Travmatik yaşantılar nörobiyolojik açıdan da kalıcı izler bırakır. Psikiyatri hastaları arasında ÇÇT bildirenlerin oranının, klinik dışı gruba göre daha yüksek olduğu bildirilmektedir. ÇÇT ile yetişkin dönemde TSSB, anksiyete bozuklukları (panik bozukluğu, sosyal fobi), depresyon, obsesif kompulsif bozukluk, madde kullanım bozukluğu, kişilik bozuklukları (özellikle sınır kişilik bozukluğu), yeme bozuklukları, bipolar bozukluk, somatizasyon bozukluğu psikotik bozukluklar gibi çeşitli ruhsal sorunlar arasında ilişki olduğu gösterilmiştir.
Travmatik yaşantıya ilk yanıt aşırı uyarılma ya da dissosiyasyon iken; travmanın duygusal sonuçları ise korku ve anksiyete, depresif duygulanım, benlik saygısında azalma ve kimlik sorunları, öfke, suçluluk duygusu ve utanç şeklindedir. Araştırmalar istismar mağduru çocukların düşük özsaygı, dissosiyatif yaşantılar, yüksek anksiyete, duygudurum bozuklukları, daha fazla intihar fikirleri, akademik ve davranış sorunları olduğunu göstermiştir. çocukluklarında kötü muamele gören ergenlerin ve genç yetişkinlerin, böyle bir geçmişi olmayan kişilere kıyasla depresyon yaşama veya intihar etme olasılıklarının 3 kat daha fazla olduğunu belirtilmektedir.
Çocukluk çağında istismar veya ihmal edilen bireylerin genç yetişkinlik çağına geldiklerinde iş yaşamı, evsizlik, eğitim, sosyal aktivite, psikiyatrik bozukluk, madde bağımlılığı ve suç davranışını kriterlerinden sadece %22 si psikolojik dayanıklılık gösterebilmektedir(Mcgloin ve Widom, 2001).
Travma yaşantılarının evlilik üzerinde de etkisi olabileceği gibi, evliliğin de travma semptomları üzerine etkisi olabilmektedir. Evans ve arkadaşlarının (2014) yaptığı bir çalışmada eşten alınan olumlu sosyal desteğin travma semptomları üzerine tamponlayıcı etkisi olacağı görülürken eşten alınan olumsuz sosyal desteğin ise travma semptomları üzerine güçlendirici bir etkisi olacağı düşünülmüştür. Çalışma sonucunda ise eşlerinden olumsuz sosyal destek alan erkeklerin partnerlerin travma semptomlarının güçlendirici bir etki gösterdiği saptanmıştır.
Sonuç olarak çocukluk çağı örselenmesinin kişilerin yetişkinlik döneminde içinde bulunduğu yakın ilişkilerini önemli ölçüde etkilediği söylenebilir. Bundan dolayı çocukluk çağı örselenmesini önlemek önemlidir. Bu konuyu ele alarak ebeveyn ve toplumsal eğitim programları geliştirerek sosyal farkındalığı arttırmak sağlıklı yetişkinlerin yetiştirmesi açısından önemlidir.
İlk 7 yılın bireyin kişilik yapısının temelini oluşturduğu düşünüldüğünde, çocukluk çağı örselenmelerinin ne kadar önemli bir konu olduğu düşünülebilir. Dayak cennetten çıkmadır gibi bir atasözünün bile olduğu köklerimizde bir çok örselenmenin gözden kaçabilmesi de, normalize edilemesi de aşikardır. Bu anlamda bir çok acı verici olay kişinin kendini suçlama veya utanç; yargılanma, reddedilme korkusu ile nedeniyle bastırmasına yol açmaktadır. Toplumsal bilincin yanısıra çocukluk dönemindeki bağlanma şemalarının yetişkinlikteki ilişkileri belirlediğine inanılsa bile terapi ve tedavi edici müdahaleler ile bu şemaların değiştirilebileceğini göstermektedir
Bir cevap yazın